İran-Amerika ilişkileri ve mevcut çıkmazın giderilmesine yönelik teklif

Dr. Rahim Cavadbeyli Independent Türkçe için yazdı

Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası doktrinine göre çekirdek birlik; İran ile birlikte Türk birliği haritası

İran İslam Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ikili ilişkilerin tarihsel gelişimi ve günümüzdeki stratejik yönelimlerine dair kapsamlı bir analizim "Uluslararası Beşerî Bilimler ve Eğitim Dergisi"nin IJHE: CİLT / VOLUME 11, SAYI / ISSUE 24, S / P. 42 - 63. son sayısında "İran-ABD İlişkilerinde Tarihsel Dönüşümler ve Güncel Stratejik Yönelimler", başlığıyla yayımlanmıştır.

İran-Amerika ilişkilerinin tarihsel yapısıyla ilgilenenler o yazıya müracaat edebilirler.

Burada esas amaç, tarihsel ilişkileri özet geçerek, mevcut durumdaki sorunların giderilmesine yönelik çıkış yollarına değinilecektir.

20'nci yüzyılın başlarından bu yana İran-ABD ilişkilerinin dinamikleri, iş birliği ve çatışma arasında dalgalanmıştır. Bunu şöyle özetleye biliriz:


1. Tarihsel arka plan ve temel dönüm noktaları

İran-ABD diplomatik ilişkilerinin 1850'li yıllara uzanan kökenlerini takip ederek başlar ve bu ilişkiler 11 Haziran 1883'te Samuel Greene Wheeler Benjamin'in (1837-1914), Nasireddin Şah'a güven mektubunu sunmasıyla resmiyet kazanmıştır.

Başlangıçta dostane ilişkiler ve ittifakla tanımlanan bu süreç, zamanla ideolojik, siyasi ve ekonomik gelişmeler nedeniyle karşıt güçler konumuna evrilmiştir.

1911 yılında İran hükümetinin William Morgan Shuster'i mali yönetimi yeniden düzenlemek üzere davet etmesi, olumlu anlamda önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Shuster'in 6 aylık misyonu, İran halkı ve siyasi elitin bazı kesimleri tarafından olumlu karşılanmış ve ABD'nin İngiliz ve Rus emperyalist etkilerine karşı dengeleyici bir güç olduğu algısını pekiştirmiştir.

Ancak bu algı, ABD'nin 1945'te Azerbaycan Muhtar Hükümeti'nin bastırılmasındaki rolü ve 1953'te Kaçar Türk devletinin yeniden modern biçimde ihyasını düşünen Başbakan Muhammed Musaddık'a karşı düzenlenen darbeye katılımı nedeniyle bozulmuştur.

ABD destekli darbe, Musaddık'ın görevden alınmasıyla sonuçlanmış ve İran'ın ABD'ye olan güvenini derinden sarsmıştır.

1979 İslam Devrimi, ikili ilişkilerde bir kırılma noktası olmuş; devrim sonrası İran, ABD'yi "Büyük Şeytan" olarak nitelendirerek diplomatik ilişkileri kesmiştir.

Aynı yıl gerçekleşen ABD Tahran Büyükelçiliği'nin basılması ve ardından gelen rehine krizi, iki ülke arasındaki düşmanlığı daha da derinleştirmiştir.

İran'ın asli kurucu unsuru olan Türklerin ABD başta olmakla batı güçlerine karşı itimatsızlığının ve güvensizliğinin esas sebeplerini iyi bilmemiz gerekmektedir.

Bu sebepler iyi anlaşılmadığı takdirde ne 1979 İslam Devriminin ne de sonraki olayların sosyopolitik ve sosyopsikolojik nedenlerini iyi anlamamız mümkün değildir.

Özet olarak şöyle anlata bilirim; 1917-1921 yılları arasında ülkeye tahmil edilmiş olan açlık ve katliamlar ve bu katliamlar sonucu ülkenin yarı nüfusunun kaybedilmesi, 21 Şubat 1921 darbesiyle Kaçar Türk devletinin devrilmesi ve 1925'te Türk karşıtı Pehlevi devletinin kurulması, Tebriz'deki Milli Hükümetin 1945'te yıkılması ve Kaçar devletinin yeniden ihyasını düşünen Başbakan Muhammed Musaddık'ın devrilmesi gibi hayati önem taşıyan olaylarda İngiltere ile ABD'nin esas rol oynamasından dolayı ülkenin asli kurucu unsurunu oluşturan Türkler arasında onlara karşı ciddi itimatsızlık oluşmuştur.

Türkçe konuşan Türklerle Farsça konuşan Türklerin ve genel olarak dindar, seküler ve bölgesel düşünen Azerbaycançı Türklerin ABD ile ters düşmeleri, zaman aşamasında Irandaki Türk karşıtı Farisiye odaklı şebekelerin ABD faktörünü Türklere karşı suistimal etmesine zemin hazırlamıştır.

Başka bir ifade ile Pers düşünce sisteminden yana olan şebekeler, ülkenin asli kurucu unsuru olan Türklere karşı ABD, İngiltere ve diğer batı güçlerinden yana hareket ederek, ülkedeki etkinliklerini artırmak istemişlerdir. Dikkat edilirse eğer, son yüzyılda İran'ın ABD ve İngiltere ile mevcut olan ilişkileri esasen Fars düşünce sisteminden yana olan kesimler tarafından yönetilmiş ve onların kontrolünde devam etmiştir.

Netice itibarıyla Fars düşünce sisteminden yana olan gruplar, ABD ve İngiltere'nin etkinliklerini İran'daki Türklere karşı siyasi vasıta olarak kullanmayı hedef edinmişlerdir.

Tabi buda ister istemez İran'da iç faktör olarak en etkin unsur olan Türklerin (dindar, seküler ve yerel düşünen Azerbaycançı kesimler) ABD ve İngiltere'ye karşı mesafeli durmasına sebep olmuştur. Hala aynı süreç devam etmektedir.

İran-ABD ilişkilerindeki mevcut sorunların giderilmesi karşılıklı ilişkilerin iyileştirilmesi ve ortak çıkar üzerine gerekli birlikteliklerin oluşturulması istenilirse öncelikle diyalog zeminindeki bu Fars düşünce sisteminden yana hareket eden grup, kurum ve kuruluşların etkisi sıfırlanmalıdır.

ABD ile İran arasında ciddi ittifak ilişkilerinin kurulması istenilirse ülkenin asli kurucu unsuru olan Türklerin yok sayılmaması ve esas taraf olarak muhatap alınması elzemdir.

Kısacası, ABD ve İngiltere, Fars düşünce sistemine dayalı grup, kurum ve kuruluşlara kendilerini kullandırmamalılar. Böyle bir sürece dur demeleri lazımdır. 

Bu konuyu burada durumu iyi derecede özetleye bilecek kısa bir örnekle tamamlamak istiyorum; İran'ın I. Dünya savaşı döneminde en önemli dava adamlarından ve siyasi şahsiyetlerinden sayılan Şehit Şeyh Muhammed Hiyabani (1879-1920), Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney,'in halasının kocası olmuştur.

Seyyid Ali, çocukluğundan itibaren Şehit Şeyh Muhammed Hiyabani'nin kahramanlıkları, direnişi, mücadelesi, şehadeti ve kimler tarafından şehit edilişi ile ilgili anlatılan hikayelerle büyümüş ve dünya görüşü de böyle bir ortamda oluşmuş ve olgunlaşmıştır.

Unutulmamalıdır, İran'daki siyasi mücadeleler daha çok tarihi kökenlerine bağlı rivayetler savaşıdır denilebilir.  

İran Türklüğü ile ilgili onlarca yayınlanmış çalışmalarımıza müracaat edilebilir.
 

Şehit Şeyh Muhammed Hiyabani (1879-1920)
Şehit Şeyh Muhammed Hiyabani (1879-1920)

 

2. Soğuk Savaş sonrası dönem ve bölgesel dinamikler

Soğuk Savaş'ın sona ermesi, İran-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

1990'larda ABD, İran'ın bölgesel etkisini sınırlamayı hedefleyen "Çifte Kuşatma" politikası benimsemiştir.

Buna karşılık İran, İsrail karşıtı söylemini artırmış ve bölgedeki çeşitli İslami gruplara destek vermiştir.

Bu dönemde İran'ın nükleer programı da ön plana çıkmış, uluslararası denetimi artırmış ve ABD ile yeni bir gerilim kaynağı haline gelmiştir.


3. Nükleer anlaşma ve sonrası

2015 yılında İran, P5+1 ülkeleriyle Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (JCPOA) imzalamış ve nükleer faaliyetlerini sınırlama karşılığında ekonomik yaptırımların kaldırılmasını kabul etmiştir.

Ancak 2018'de ABD Başkanı Donald Trump, bu anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmiş ve gerginlik yeniden tırmanmıştır.

İran-P5+1 antlaşmasıyla ilgilenenler, "İran 5+1 Anlaşması, Ülkeyi İç Savaşa Götürür" başlıklı çalışmamıza müracaat edebilirler.

ABD Başkanı Donald Trump'ın tek taraflı geri çekilmesinden sonra İran, nükleer faaliyetlerini hızlandırmış ve daha iddialı, daha ciddi ve daha sert bir bölgesel politika izlemeye başlamıştır.


4. Güncel stratejik yönelimler

İran'ın dış politikasını şekillendiren üç temel stratejik yönelim tespit edilmiştir:

•  Doğu'ya yönelme:

İran'ın Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney, ABD ve Birleşik Krallık'ın bölgedeki ortak stratejik varlığını doğru bulmuyor ve onun zayıflatılmasını amaçlıyor. Hedef, bu iki ülke arasında stratejik bir ayrım yaratmak ve İran'la ayrı ayrı müzakere masasına oturmaya zorlamaktır. Dini Lider, ne Amerika nede İngiltere ile ilişkilerin kesilmesinden yana değil, tam tersine bu iki ülke ile ayrı ayrılıkta üst düzey bir antlaşmayı tercih ediyor. Amerika'yı buna zorlamak için de esasen Doğu'yla olan ilişkilerini stratejik ittifak düzeyine yükseltmeyi başarmıştır.

Bu vizyon, 3 önemli ittifak stratejisiyle somutlaşmıştır:

  1. Birincisi, Çin Halk Cumhuriyeti ile stratejik ittifakın kurulmasıdır. Bu antlaşma, 27 Mart 2021 tarihinde Tahran'da "25 Yıllık Stratejik Ortaklık Antlaşması" olarak iki ülkenin dışişleri bakanları Muhammed Cavad Zarif ile Vang Yi tarafından imzalanmıştır. 
     
  2. İkincisi, benzer bir stratejik ortaklığın Rusya ile imzalanmasıdır. Bu antlaşma, 17 Ocak 2025 tarihinde Moskova'da "İran-Rusya Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması" adıyla İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkian (Tabiboğlu) ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından imzalanmıştır.
     
  3. Üçüncüsü, İran siyasi söyleminde -resmi olmasa da- yükselen diğer bir kavram ise "İran dahil Türk Birliği" vizyonudur. Bu kavram ve siyasi söylem, İran'ın Türk Devletleri Teşkilatı'na resmen üye olması, büyük, güçlü ve müreffeh Türk Birliğinin oluşturulması sürecinde ciddi ve aktif katkı sağlamasını savunmaktadır.

Çin ve Rusya ile stratejik İttifak antlaşmalarının fikri ve siyasi mimarı doğrudan İran'ın Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaneyidir.

Üçüncü kavram ise ilk defa Rahim Cavadbeyli tarafından teorik altyapısı uzun yıllar arzında çalışılmış ve 2019'da siyasi söylem olarak İran başta olmakla Türk dünyasında ciddi biçimde gündeme taşınmıştır.

Bu kavram ve siyasi söylem, İran ve Türk dünyasında etkin daireler tarafından ciddi biçimde kabul görülse de bazı yan müdahalelerle, yenice başlatılmış olan bu devrimsel nitelik kesp eden süreç, 2021'de rafa kaldırılmasına ve baltalanmasına çalışılmıştır.

Bu olumsuz yaklaşım ve tavırlara rağmen bu siyasi söylem gün geçtikçe önemini artırmaktadır ve Türk Devletleri tarafından ciddiyetle masaya yatılmasını beklemektedir.


•  Direniş Ekseni:

İran, esasen 1990'lardan özellikle de 2003'ten itibaren Batı Asya genelinde çeşitli İslami milis gruplarını desteklemeyi devlet siyaseti olarak aktif şekilde ele almıştır. Bu, İran'ın bölgesel etkisini genişletme ve jeopolitik gücünü sürdürme stratejisinin bir parçası olmuştur. Bir anlamda da kendi devlet geleceğini bu İslami milis gruplarının geleceğiyle birleştirmiştir.


•  Asimetrik savaş ve teknolojik yatırımlar:

İran, füze teknolojileri, siber savaş kabiliyetleri ve diğer asimetrik askerî araçlara büyük yatırımlar yapmaktadır. Amaç, stratejik caydırıcılığını artırmak ve konvansiyonel askeri alanlardaki zayıflıklarını gidermektir. Ancak 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas militanlarının İsrail'e yönelik saldırısıyla başlayan savaş, Gazze Şeridi dahil, Lübnan ve onu müteakiben Suriye'deki hakimiyet değişimi Direniş Cephesini oldukça ağır şekilde sarsmıştır.


•  Bölgesel ittifaklar

İran, Seyyid İbrahim Reisülsadati yaygın adıyla İbrahim Reisi'nin (14 Aralık 1960- 19 Mayıs 2024) Cumhurbaşkanlığı döneminde (5 Ağustos 2021 - 19 Mayıs 2024), Avrasyacılık açısından ciddi ilerleyişler elde etmiştir; 17 Eylül 2021'de Şanghay İşbirliği Örgütüne ve 2023'de (resmi şekilde 1 Ocak 2024) BRICS'e tam üye olmuştur. Nitekim İran, Çin, Rusya, Türk devletleri başta olmakla diğer bölge devletleri ve özellikle Şanghay ve BRICS üyeleriyle ciddi biçimde ilişkilerini artırmaya başlamıştır.

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin 19 Mayıs 2024'deki meşhur helikopter kazasında helak olmasıyla bu süreç, tabiri caizse sekteye uğratılmıştır.

İbrahim Reisi başta olmakla Tebriz İmam Cümesi Ayetullah Al Haşim ve diğer devlet erkanının helak olmasıyla sonuçlanan helikopter kazasına diğer röportajlarımda da değindiğim gibi sıradan bir kaza olmamış ve doğrudan terör eylemiydi.

Ancak İran birçok sebeplere göre üzerine gitmeyi uygun görmemiştir.

Önemli sebeplerden biri sistem içi ikilem olmuştur; İran İslam Cumhuriyeti kuruluşundan beri ikilem içinde olmuş, bir türlü içindeki ikilem belasından kurtulmayı başaramamıştır.

Hâlâen büyük belası yine içindeki bu ikilemdir. Ama buna bakılmaksızın İran'ın Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney, baş belasına çevrilmiş olan bu ikilemi, kendi kontrolüne alarak onu İran'ın geleceği için olağanüstü altın bir fırsat olarak kullanmayı tercih ediyor.

Dikkat edilirse, İran hem Çin Halk Cumhuriyeti ile hem de Rusya Federatif Cumhuriyeti ile imzalamış olduğu "Stratejik Ortaklık Antlaşması"nda kendi devlet bekasını ne Rusya ile ne de Çin ile birleştirmek istemiştir.

Antlaşmalar başta olmakla karşılıklı ilişkiler dikkatle izlenirse görülecektir ki, İran kendi devlet geleceğini ne Rusya'ya ne de Çin'e tam bağlamak istememiştir ve kısmen mesafeli durmayı tercih etmiştir.

Bu ise maharetli bir şekilde ABD ile düşünülen ciddi bir ittifak antlaşmasına kapıyı açık bırakmıştır.


İbrahim Reisi'den sonra İran Türklerinden Mesud Pezeşkian'nın (Tabiboğlu'nun) cumhurbaşkanı olmasıyla reformistler üzerinden ABD ile yeniden bir müzakere süreci başlatıldı.

Başlatılmış olan ikili müzakereler Uman devletinin aracılığıyla Maskat ve Roma'da geçirildi.  

İkili müzakerelerin Maskat'ta geçirilmesi düşünülen altıncı oturumunun eşiğinde -13 Haziran'da İran, İsrail tarafından resmen saldırıya maruz kaldı ve netice itibarıyla 13-24 Haziran 2025 savaşı patlak vermiş oldu.

İran-İsrail arasında başlayan 12 günlük savaş oldukça ağır ve iki taraf içinde yıpratıcı oldu.

ABD Başkanı Donald Trump, kendi iradesi dışında olmuş olsa da 70 yıllık dokunulamaz sayılan, İran füzeleri tarafından sert biçimde hedef alınan ve heymenesi yerle yeksan olan İsrail'in açık şekilde yanında yer alarak, 22 Haziran Pazar gününün erken saatlerinde İran'ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini B2 uçaklarıyla vurdu.
 

ABD; İran'ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini vurdu,
ABD; İran'ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini vurdu, 22 Haziran 2025

 

Ve saldırıdan bir gün sonra Donald Trump, 23 Haziran akşamı yaptığı açıklamada İsrail ve İran'ın kalıcı bir barışa yol açabileceğini söylediği bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını duyurdu.

Nitekim geçici olmuş olsa da İran-İsrail arasında yine Donald Trump vasıtasıyla bir ateşkes sağlanmış oldu.

Buradan açık ve net bir şekilde anlaşılması gereken mesele; dünyada en büyük ve dağıtıcı nükleer silah gücüne sahip iki gücün, yanı İsrail ve ABD'nin karşısında Nükleer caydırıcılık gücü olmayan İran'ın yalnız direnmesi gerçeğidir.

Bu da önce değindiğimiz gibi İran'ın küresel boyutta var olmak için bütün siyasi ve askeri kozlarını Rusya ve Çin ile paylaşmaktan kaçınmasından ve bir türlü ABD ile de uzlaşmayı hedeflediğinden kaynaklanmaktadır.

İran, bağımsız bir şekilde nükleer enerji ile ilgili bilgi, birikimi, nükleer teknoloji ve nükleer tesisler edinmek için doğrulanmamış mevcut verilere göre 2 trilyon dolar üzerinde masrafı olmuştur.

İlginçtir, İran Rusya veya Çin ile devlet bekasını ve geleceğini birleştirmek istemiş olsaydı, "İran'a saldırı, Rusya'ya saldırıdır ve aksine" veya "İran'a saldırı doğrudan Çin'e saldırıdır ve aksine", denilebilecek bir düzeyde ittifak antlaşması imzalamış olsaydı, İran bu kadar zarara uğramadan yalnız barışçıl Nnükleer enerji değil, hatta Nnükleer silah bile kolaylıkla elde etmiş olurdu.

Ancak şu an açık ve net şekilde söyleye bileriz ki, İran nükleer silah sahibi değil, ancak kendi bilgi ve birikimi sayesinde oldukça ilerlemiş düzeyde nükleer enerji ile ilgili bilgi, birikime ve teknolojilere sahiptir ve bu İran için birçok alanda o cümleden elektrik üretimi, tıp, endüstri, savunma sanayisi ve sağlık alanlarında devrimsel nitelikte atak yapmasına olanak sağlayacak bilimsel ve teknolojik bir gelişmedir.

İran'ın böyle barışçıl Nükleer teknolojilere ve tesislere sahip olması, Türk ve İslam devletleri başta olmakla bölge devletleri için de büyük fayda sağlayacaktır.

Bir kere bu gelişme Türk ve İslam dünyasında bir ilktir.

Pakistan ve Kazakistan nükleer tesisleri ithaldir, yerel değildir.

İran'daki Nükleer tesisler ve Nükleer Atom Enerjisi alanındaki bütün bilimsel ve teknolojik aşamalar yerli mühendisler ve mütehassisler tarafından geliştirilmiştir.

Başka bir ifade ile Nükleer Atom Enerjisi ile ilgili bilgi ve birikim ve teknolojiler yerel senayı olarak oluşturulmuş ve geliştirilmiştir.

Bu Türk ve İslam dünyası için gerçek anlamda senayı devrimidir, denilebilir.
 

İran bayrakları dalgalanırken, 15 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının ardından Tahran’daki Sharan Petrol Deposu’ndan yükselen yangın ve duman görülüyor / Fotoğraf: Majid Asgaripour-WANA - Reuters
İran bayrakları dalgalanırken, 15 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının ardından Tahran’daki Sharan Petrol Deposu’ndan yükselen yangın ve duman görülüyor / Fotoğraf: Majid Asgaripour-WANA - Reuters

 

12 günlük İran-İsrail savaşı sırasında TBMM'de değerli devlet hadimlerinden biriyle konuşurken, yukarıda söylediklerimin ne kadar objektif ve doğru olduğunu gördüm.

Merhum Turgut Özal döneminden itibaren daha ciddiyetle takip edilen nükleer enerji alanında esas rol oynayan mühendis ve mütehassislerle geçirmiş olduğu görüş hakkında konuştu.

Türkiye'nin alanla ilgili en önemli mühendis ve mütehassislerinin gelmiş olduğu son kanalete göre de İran'ın nükleer atom bombasının olmadığı, başka bir ifade ile nükleer caydırıcılık gücüne sahip olmadığı, ancak nükleer enerji alanında ciddi bilimsel ve teknolojik nailiyyetler elde ettiği vurgulanmaktadır.

Görüştüğüm değerli devlet hadimimiz şöyle dedi:

İran'ın elde etmiş olduğu bu bilimsel ve teknolojik nailiyyetler, Türk ve İslam Dünyası için bir ilktir. Bu bizim Türkiye içinde büyük nailiyyet sayılır. Bu, Türk ve İslam dünyasının montaj sanayiden kurtulup, ana senayı sahibi olmasına olanak sağlayan olağanüstü bir gelişmedir. El ele omuz omuza beraber birlikte güçlenmeliyiz. İran'ın hedef alınması aslında Atom bombası üretmek isteyişine göre değil, elde etmiş olduğu bu bilimsel ve teknolojik nailiyyetler içindir. Bu bilimsel ilerleyişler, tahammül edilmiyor.


Doğrudur, İran Atom bombası üretmemiş, üretmek de istememiş, nükleer silah açısından caydırıcılık gücüne sahip de değil, ancak nükleer enerji alanında ciddi bilimsel ve teknolojik nailiyyetler elde etmiştir.   

İran'ın Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney ile ABD Başkanı Donald Trap ekipleri, dünyamız açısından oldukça kritik bir dönemi yönetiyorlar.

Gelecek on yıllarımızı doğrudan etkileyecek karar ve merci yetkileridirler.

Verecekleri karar yüz milyonlarca insanı doğrudan, milyarlarca insanın geleceğini ise dolayısıyla etkileyecektir.

Buna göre oldukça sorumlu davranmaları gerekmektedir. 

İran-ABD ilişkilerinin ideolojik farklılıklar, bölgesel rekabetler ve stratejik yanlış hesaplamalarla şekillenmiş son derece karmaşık ve çok katmanlı bir doğaya sahip olduğu bilinmektedir.

Süregelen güvensizlik ve gerilimlere rağmen, her iki ülkenin de diplomatik kanalları açık tutmak için güçlü gerekçeleri bulunmaktadır.

Yapıcı diyalog ve çatışma çözüm mekanizmaları, yalnızca ikili ilişkilerin istikrarı için değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel barış için de hayati önem taşımaktadır.


Sonuç ve teklif

İran'ın Dini Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney'i bir kere bunu kabul etmesi lazımdır ki, İran'da jeopolitik konum itibarıyla belirlenmiş olan devlet stratejisi başta olmakla son modern ulus-devlet kimliğine yönelik gerekli medeni, içtimai ve siyasi değişiklikler ve reformların geçirilmesi elzemdir, kaçınılmazdır.

Muhammed Javad Ardashir Larijani'nin ağzıyla 1980'lerin başlarından itibaren ileri sürülmüş olan "ÜMMÜLKURA" teorisi üzerinden kurgulanmış ve dayatılmış strateji (Türk karşıtı Osmanlıcılık misyonunun üstlenmesi), Iran başta olmakla bölgemiz için bir felaket ve çıkmaz oluşturmuştur.

Bağdat Yahudi'si Mohammad Ali Foroughi (1877-1942) tarafından teorize edilen FARSİYECİLİK (Fars Düşünce Sistemi) ve Muhammed Javad Ardashir Larijani'nin sözü geçen bu "Ümmülkura" teorisinden devlet adına resmen imtina edilmelidir.

Azgın Siyonizm'e karşı direniş haklı davadır ve bütün vicdanlı insan ve halklar tarafından da desteklenmelidir.

Ancak Iran 1500 kilometre uzaklıktaki Siyonizm'den önce kendi içinde kurgulanmış, birikmiş, güçlenmiş ve her sahada korkunç bir şekilde yuvalanmış olan Siyonizm'le, yanı Yahudi kökenli Farisiye tarikatıyla savaşmalı ve ülkeyi bu çirkeften temizlemelidir.

Farisiye tarikatı, tahmil edilmiş olan modern-ulus devlet yapılanmasındaki Fars Düşünce sistemiyle ülkeyi ma'nen ele geçirmiş ve bir bütün olarak uçuruma doğru sürüklemektedir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İran'ın asli kurucu unsurunun Türk-Tat olduğu resmen kabul görülmelidir.

Türk dilinin Fars dili ile beraber resmi, hukuki ve zorunlu devlet dili olması için gerekli hukuki işlemler yapılmalıdır.

Ülkenin Lor, Lar, Lek, Gilek, Kırmanci, Gurani, Surani, Kelhur, Arap, Beluç ve diğer bu gibi yöresel ve kısmen bölgesel topluluklarının kültürel ve siyasal haklarına yönelik yasal hakları korunmalıdır.

Kadınların giysisiyle, baş-ayağıyla oynamalara son verilmeli, bireysel hak ve özgürlükler tanınmalıdır.

Birleşik Krallık ve diğer 14 İngiliz Milletler Topluluğu bölgesinin kralı III. Charles, Başbakan Keir Starmer ve özellikle ABD Cumhurbaşkanı Donald Trap bir şeyi asla unutmamalıdır:

İran bilgi ve birikime dayalı nükleer enerji teknolojisini ve tesislerini millileştirmeyi, yerlileştirmeyi başarmıştır.

İthal değil, yerlidir, devrimsel nitelikte bilimsel büyük bir nailiyettir. Daha bununla razılaşmak lazımdır.

Bombalamakla, terör eylemleriyle yok edilecek değildi.

İkincisi, İran'ın asli kurucu unsuru olan Türkleri görmezden gelip, Fars düşünce sistemi üzerinden hareket eden grup, kurum ve kuruluşlar üzerinden yürümeyi bir kere açık ve net şekilde durdurmalıdır.

İran'ı, İranlılar olarak görmeli ve tarihen olduğu gibi kabul etmelidir.

Kimlik dayatmaktan vazgeçmelidir.

Uzun süredir bu çıkmazdan kurtulmak için ABD ile kurucu diyalogların sağlanması, münasebetlerin iyileştirilmesi, geniş alanlarda ciddi ve sağlam iş birliklerinin teşkil edilmesi amacıyla çeşitli teşebbüsler ileri sürülse de başarılı olmamıştır.

Başarılı olmamasının en temel nedeni yukarıda da değindiğim gibi İran Türklüğünün özellikle muhafazakâr kesimin mevcut iradesinin yok sayılmasını tercih eden grup, kurum ve kuruluşlarla bu sürecin başlatılması ve yürütülmek istenmesi olmuştur.

Mesela bununla ilgili Amerika Iranlılarının Milli Konseyi (National Iranian American Council / NIAC;/آمریکا ایرانلیلارینین ملی شوارسی شورای ملی ایرانیان آمریکا/) üzerinden yürütülen süreç, kendi başına bir çıkmaz oluşturur.

NIAC ve bu gibi diğer belli kurum ve kuruluşlar, bir kere ülkenin aslı kurucu unsuru olan Türk ve Türklüğü yok sayar, ona karşı düşmanca tavır alır.

Hatta İran İslam Cumhuriyeti'nin esasen Sert Gücünü oluşturan çekirdek unsurla diyalog yerine reform hareketi adına ortadan kaldırılmasında ABD ve diğer NATO üyelerini bir vasıta olarak kullanmayı esas strateji olarak benimser.

Böyle itimatsızlığın, kin ve nefretin beslendiği ve hüküm sürdüğü bir ortamda başarılı bir diyalogdan konuşmak ancak zaman kaybı olur.

Nitekim NIAC ve bu gibi diğer kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen gizli-saklı süreçten verimli bir faaliyet mekanizmasının kurulmasını beklemek mümkün değildir.

Bu süreç, İran-ABD ilişkilerini daha da gerginleştirmekten başka bir işe yaramaz.
 

Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası doktrinine göre çekirdek birlik; İran ile birlikte Türk birliği haritası
Horasan/Azerbaycan medeniyet havzası doktrinine göre çekirdek birlik; İran ile birlikte Türk birliği haritası

 

Yapılması gereken nedir?

İran'ın aslı kurucu unsuru olan Türk ve Türklüğü göz ardı etmeden, Iran İslam Cumhuriyeti'nin esasen sert gücünü oluşturan ve çoğunlukla Türklerden oluşan muhafazakâr kesimin haklı taleplerini göz önünde bulundurabilecek, ikili (IRAN-ABD) münasebetlerdeki sorunların giderilmesi, sağlam bir ortamda ciddi diyalogların oluşturulması ve gerekli alanlarda ciddi iş birliklerinin teşkil edilmesi yönünde Türkiye üzerinden makul ve kabul edilir yeni bir sürecin başlatılması mümkündür.

Türkiye üzerinden başlatılacak diyalog süreci, ABD başta olmakla Batı ülkelerinin İran'la anlaşabilecekleri ciddi stratejik ittifak alanları vadediyor.

Burada bütün yerel ve bölgesel azınlıkların hak ve hukuklarını yatay düzeyde gözeten, bireysel hak ve hukukları benimseyen ve bu alanda gerekli reformları uygulamaya alan, Mohammad Ali Foroughi'nin Farsiyecilik (Fars Düşünce Sistemi) ve Muhammed Javad Ardashir Larijani'nin "Ümmülkura" teorisinden resmen imtina eden ve Türk Dünyasına yönelik tarihi misyonunu yeniden üstlenen bir İran söz konusudur.

Başka bir ifade ile Asya'da Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federatif Cumhuriyeti ve Hindistan üçgeninde Türk dünyası dediğimiz orta şeritte Iran ve Türkiye ittifakında güçlü, büyük ve müreffeh Türk Birliği esas DENGE unsuru olarak ele alınması temel strateji olarak masaya yatırılabilir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU

OSZAR »